Kur’ân-ı Kerîm’de “Ahsenü’l-kasas” olarak vasıflandırılan Hz.Yusuf ile Züleyha’nın aşkından sonra, insanlık âlemini en çok cezbeden öyle bir aşk var ki; o da Hz. Şems-î Tebriz-î ile Hz.Mevlâna’nın birbirlerine duymuş oldukları ilâhi muhabbettir.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Ahsenü’l-kasas” olarak vasıflandırılan Hz.Yusuf ile Züleyha’nın aşkından sonra, insanlık âlemini en çok cezbeden öyle bir aşk var ki; o da Hz. Şems-î Tebriz-î ile Hz.Mevlâna’nın birbirlerine duymuş oldukları ilâhi muhabbettir.
Ey ermiş kişilerin canı! Ay, şevkinle oynuyor; Zühre yıldızı da aşkınla tef çalıyor! Kadınlar da, tefleri ile aşkımızı etrafa yayıyorlar!
Benim aşkımla Sen’in güzelliğin, her meclis de söylenmededir, her meclise meze olmuştur! “Evvelce şöyle idi, şimdi böyle oldu!” diye, bizim aşkımız, bütün şehirde herkesin dilindedir!
Hz.Mevlânâ ve benzeri büyük mütefekkir ve mutasavvıflar mânâlarıyla dünyamızı aydınlatan çok büyük mânevi güneşlerdir. Bizler ise onlardan yansıyan ışıklarla ortaya çıkan küçücük zerrecikler gibiyiz. Elbette küçücük bir zerrenin, büyük bir ilâhi güneşi yeterince algılayıp, en doğru bir şekilde ifade etmesi de düşünülemez.
Aziz dostlar; Yukarıdaki başlık sizleri şaşırtmasın. Gerçekten de; Issız bir gecenin sâkin karanlığını fırsat bilip değerli bir dostumuzun evinden bazı eşya ve kitaplarını alarak sessizce kayıplara karışan, hırsız kardeşimize çok samimi duygularımla teşekkürlerimi arz ediyorum. İlerleyen satırlar içerisinde bu içten teşekkürlerim için sizlerinde bendenize hak vereceğinizden eminim.
Her biri ayrı ayrı makamlarda öten kuşların, renk renk, çeşit çeşit çiçeklerin, sıcak güneşli günlerin, doğanın dirilişinin gizli habercisi olan soğuk kış günlerini, çiçek çiçek, lâpa, lâpa yağan karları, gerilerde bıraktık. Şimdi gönül bahçemizde açılan yeni goncalarla vuslat heyecanını yaşıyor büyük ümitlerle İlkbaharın keyfini çıkarıyoruz. Sıcak yaz günlerinde neler yapacağımızı düşünürken bir yandan da çeşitli tatil hayalleri kuruyoruz.
Ezelden beri diri olan, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten, daima tasarrufta bulunan Allah’a yemin ederim ki,
Şems’in nuru, aşk mumlarını yaktı da binlerce ilahî sır malum oldu, anlaşıldı.
Onun bir hükmüyle dünya, aşkla ve aşık ile, hükmedenle, hükmedilenle dolup taştı.
Çok değerli aziz dostlar; uzun zamandır hasta, yorgun, fakat gönlü aydın insanların yanı başında, hayatı başka bir pencereden seyretmeye çalışıyorum. Çeşitli hikmetlerle sırlı olan bu pencereden, çok açık ve net olarak görünen şu ki; Bir çok güzel insan bu çatının altında can imtihanlarını verirken, bendenizde insan olmanın, evlat olmanın imtihanını vermeye çalışıyorum.
Bugünkü sohbetimizin konusu; Hz.Mevlânâ”yla bütünleşen; İnsana saygı, Düşünceye saygı ve hoş görünün asıl kaynağının ne olduğudur.
Eskiden mânevi büyüklerimiz söze, sohbete ya bir hâdis-i şerifle, veya Peygamber Efendimize selatü selam ile başlarlarmış.
Eğer senin gönlün varsa git de gönül kâbesini tavaf et; topraktan yapılmış sandığın Kâbe’nin mânası gönüldür!
Cenab-ı Hakk , görünen ve bilinen sûret kâbesini tavaf etmeyi, kirlillklerden temizlenmiş bir gönül kâbesi elde edesin diye sana farz kılmıştır!
Derler ki zamanın büyük bir velisini, yüce bir kral ziyarete gelir; armağan olarak da üstü pırlanta ve yakutlarla süslü çok kıymetli paha biçilmez altın bir makas getirir. Engin bir tevazu ile bu ulu velinin ayaklarına kapanarak hediye olarak getirdiği makası büyük bir saygıyla uzatır. Gönüller sultanı makası eline alıp inceler, krala geri verirken şunları söyler:
Çok değerli aziz dostlar; Niyazi Mısrî, Sadreddin Konevî Hazretlerinin doğup büyüdüğü; Hz.Mevlânâ ve İbn Arabi gibi çok değerli mânâ sultanlarının da uğrak yeri olan küçük bir Anadolu şehrinde geçti çocukluğum. Üzerinde gezip dolaştığım toprakların mânevi zenginliğini fark edemeyeceğim yaşlarda Annemin yanıma gelerek; “Biraz sonra çok önemli bir yere ziyarete gideceğiz.
“Biz dertlerin devası, çaresizlerin çaresiyiz. Meclislerde şaraba benzeriz, neşe dağıtırız. Savaşta Hz.Ali”nin Zülfikâr”ıyız. Şükretmede sanki kaynağız, sabretmede mermer kaya gibiyiz. Biz Hz.Ahmed”in tevhid müjdesini vermedeyiz. Hz.İsâ gibi çocukken beşikte konuşuruz.”
Sahabeden bir zât hastalandı. O hastalık yüzünden zayıfladı, iplik gibi inceldi.
Hz. Peygamber Efendimiz onu yoklamak, hâlini hatırını sormak için yanına gitti. Zâten azîz Peygamberimiz”in huyu tamamıyle lûtuftu, tamamıyle keremdi.
Şefik Can hocam öyle bir deryaydı ki, bizim gibi katrelerin onları algılayabilmesi, en doğru bir şekilde de ifade etmesi bile düşünülemez. Ama idrakimiz ölçüsünde bildiklerimizi de paylaşmaktan bahtiyar olurum. Peygamber Efendimiz “Mümin müminin aynasıdır” der. Böyle kutlu insanlar kutlu aynalardır.
Kim bilir; Nice Hz. Mevlânâ âşığı bu ilâhi sözler ile sermest olmuştu. Konya hülyalarıyla, Hz.Pir sevdasıyla, nihayetsiz tutkulu bir aşk yaşamıştı. Dîvân-ı Kebir ve Mesneviyle büyülenmişti. Can pahasına sır dolu esrarlı bir alemde, Zümrüd-ü Anka olup, kaf dağını aşmıştı.
Çok değerli aziz dostlar; Bundan kısa bir zaman evvel, Em. Yrd. Doç. Dr. A. Selâhaddin Hidâyetoğlu Çelebimizi ziyaret maksadıyla Konya’ya gitmiştim. Kendileri çok ciddi rahatsız olmalarına rağmen, lütfederek bendenizle birlikte Huzûr-ı Pîr’e geldiler.
Adem ile Havva’nın yaratılmasıyla başlayan ve o günden beri de bütün dinler ve medeniyetler içinde hep canlı kalan kadının toplumdaki yeri meselesi, sürekli konuşulup tartışılmıştır.
Hiddete kapılıp hiç kimseyi çiğneme ki; Cenâb-ı Allah’ın gazabı da seni çiğneyip geçmesin! (Hz. Mevlânâ)
Mânâ sahiplerinin olgun kişilerin kıblesi sabırdır tahammüldür. ( Hz.Mevlânâ)
Kur’an-ı Kerimin Nebe sûresi 9 âyette: Size uykuyu bir dinlenme yaptık diye buyrulur. Bizim için bir dinlenme ve huzûr olan uykuda her şey gibi orta yollu normal bir uyku saatidir. Daha evvelde arz edildiği üzere; Vücûdun dinlenmesi için yeterli olan uyku saati bedenimize sağlık sıhhat olurken, fazla uyumakta hastalık ve vebâl getirir.
Efendim az uyumada sadece İslâm âlemini, belli bir tarikat veya belli bir mezhebi ilgilendiren bir durum değil, oda az yeme gibi tüm insanlık âleminin temel sorunlarından biridir. Az yemek Sâlihler âdeti olduğu gibi, az uyumakta Sâlihlerin âdetidir.
Efendim bir önceki sohbetimizde az yeme üzerinde durmuş, âyet hâdis ve çeşitli mesnevi beyitleriyle hep birlikte anlamaya ve zevk etmeye çalışmıştık. Bugünkü sohbetimizde ise az uyuma üzerine bir muhabbetimiz olacak inşallah.
Efendim bu günkü Mesnevi sohbetimizde, Hakk yolunda yürümenin üç temel şartı üzerinde duracağız.
Mânevi büyüklerimiz bu çok önemli hasletleri şöyle sıralamışlardır: KİLLETÜ TAAM, KILLETÜ MENAM VE KILLETÜ KELAM…
Değerli dostlar; bundan kısa bir zaman önce 23. 1. 2005 günü saat 22.50’de; koca bir deryanın coşkun dalgaları derin bir sessizliğe gömüldü. Tevâzu’un, hoşgörünün, alçakgönüllülüğün, mütevâzılığın en büyük kalesi yıkıldı. İnsanı insan yapan değerleri gösteren çok kutlu bir ayna kırıldı.
Acaba neden değerli ve aziz ömrün varını, yoğunu nefis hırsızı çalıp götürüyor da, hayat kervanında yol alanlardan hiçbir ses çıkmıyor ?
Neden senin ömrünü çalan, seni Hakk”tan habersiz bırakan uykuya ve nefis hırsızına incinmiyorsun, kızmıyorsun da, sana doğru yolu haber veren gösteren dostlara inciniyor, kızıyorsun ?